2009-12-14

Hayatımın [İngilizce] Lafı...

"We shall burn that bridge when we come to it."

2009-12-10

Dialogue with God

— Well, Mr. God -- can I call you "Mister?"
— I prefer to remain sexless (or else female) but go on.
— Where are you nowadays, Mis-- God?
— Somewhere Else. I think you might like to call it a "parallel universe." No better explanation for it, really.
— And how did you come to be there?
— Well, I kind of had to... After Gödel disproved me -- or rather, disproved that I could never have been -- or rather, did make it to be that I could never be... I'm sorry, it's a bit exhausting, trying to put this into words... Anyway, after after his trick, I came to live here--so to speak.
— I understand how language can be a barrier. Even a great one at times. But isn't that what Gödel found his proof on?
— Not really. Well, maybe in the sense that what he had been trying to prove was already in Language. You see, the core of his proof lies on the simple statement: [God falters a bit here] "This sentence is false."
— But the ancient Greeks (and probably so many other civilizations we never even heard of) had their way with that sentence before, no?
— Yes, but Gödel generalized it to systems other than Language. To all systems "sufficiently complex," in fact.
— Could you expand on that?
— Certainly. You see, any system of expression with the power of self-reference; mathematics written down according to a formal system, for example, or the rational mind of a free thinker, or in my case [hesitates a bit] a Divine Being with the power to Create and Uncreate -- tends to have a hole in it, so to speak.
— Thi--
— This hole--
— I'm sorry, go on.
— It's inevitable. Built-in. Beyond even my power, if you like.
— And?
— And you cannot escape a thought: "I think truly. I think this is false," or in my case, a Spell: "Creation of that which Uncreates."
— And that was your undoing?
— W-- Yes. So to speak.
— So you moved on to this "parallel universe?"
— Not moved on. "Had to have already always been here," if you like.
— And now you're speaking to me from...
— Another Place.
— Where Gödel's theorem does not apply?
— Gödel's theorem does not. Is not.
— And how come can you speak here, with our universe?
— Well, I'm omnipotent here. Have the power to do anything. With my universe or yours.
— But doesn't that mean you're effectively omnipotent here? I mean--
— Don't go there!
— Bare with me here, just a minute. The "rules" or whatever of that place you're in... They make you omnipotent there. So powerful, in fact, that omnipotence here in our universe is just a part of it. Doesn't that mean, say, you could make it be that--
— Don't-
— ...that you never existed here?

— Or always existed here?

— God?

— God??

2009-11-03

Bir Dizi Tespit

İlk olarak Married With Children ile yaptığım tespiti yazmak sonunda aklıma geldi:

Yazanı, çizeni, oynayanı iyi olduktan sonra, bir dizi, her türlü meslek ve olayı ilginç gösterebiliyor.

O değil de, doktor ve polis Olay Yeri İnceleme ve Kimlik Tespit Şube Müdürlüğü memuru olmak isteyen çocuklarda bir artış görülmüş müdür son senelerde?

Tatilde, senelerden beri ilk defa olarak uzun süreli* televizyon izleme fırsatım oldu. Yeri gelmiş gibi olurken, o zaman yaptığım bir tespiti de aktarmak isterim: (Not aldığım kağıdı bulursam birkaç şey daha yazacağım.)

TRT'de bir yarışmada büyüyünce ne olmak istediği sorulan bir çocuk, gözümün önünde "astronom" cevabı verdi. Ben küçükken bu sorunun doğru cevabı "astronot" idi.

Kabak'ta, ortalık yerde dans ettikten sonra, annesine "anne, balerinlik iyi para kazandırıyor mu?" diyen küçük kız çocuğu geldi aklıma ister istemez.

Nasıl yetiştiriyorsunuz bu çocukları?

--
*: 10 dakikadan fazla mesela.

2009-10-03

Bunu biliyor muydunuz?

El kaldırın: TBMM tutanaklarının internette* bulunabildiğini kim biliyor?

Meclisimizin çok güzel bir web sitesi var: http://www.tbmm.gov.tr/
Burada, son dönem kanun tasarı ve teklifleri ile beraber, son 4 dönemin (1996-2009) meclis tutanakları da mevcut.

Mesela, vicdani ret kanun teklifi ve bu teklifin metnini bulabiliyoruz.

Peki: TBMM tutanaklarında Avast'ın† geçtiğini kim biliyor? CHP Uşak Milletvekili Osman Coşkunoğlu'nun, internete yargıdan bağımsız sansürü getiren 5651 No'lu kanun tasarısının kabulü esnasında yaptığı, tasarıya karşı çıkan konuşmaların ilkinde var. Vaktiniz varsa, TBMM 22. Dönem 5. Yasama Yılı 99. Birleşim (04 Mayis 2007 Cuma) tutanaklarına bakınız derim. 75. sayfa sonrasında Coşkunoğlu'na hayran kalmamak elde değil. Ayrıyeten, mecliste vizyon ve mantık sahibi bir vekil olmasının nasıl bir şey olduğu da görülebiliyor. (Refere ettiği sivil toplum kuruluşlarıyla beraber kendisinin söylediklerinin kaale alınmaması başka bir şey tabi.)

--
*: William Gibson'ın örneğini alarak, bundan sonra internet ve tv gibi kelimelere cins isim muamelesi yapacağım.
†: Evet, antivirüs olan.

2009-09-28

Yeni Kelimeler 3

Kılavuz Karga: Kötü tavsiye veren veya kötü yola sürükleyen arkadaş.

Manüpoz / Manüplay: Normal hayatı askıya alıp alternatif bir yaşayışa girme ve çıkma durumları. Örn:
"Tatil dönüşü işten de çıkınca kendimi manüpoza sokmuştum. Sonra sen geldin beni manüplay ettin."

Fotostop çekmek: Sosyal web sitelerinin fotoğraf bölümlerini tatil/eğlence resimleriyle dolduran arkadaşın fotoğraf makinesini kırma eylemi.

2009-08-28

Alıntı: Terry Pratchett - Discworld - Small Gods

"That's a funny thing," said Om. "Winners never talk about glorious victories. That's because they're the ones who see what the battlefield looks like afterward. It's only the losers who have glorious victories."

2009-08-24

Alıntı: Terry Pratchett - Discworld - Small Gods

Where do gods come from? Where do they go?

Some attempt to answer this was made by the religious philosopher Koomi of Smale in his book Ego-Video Liber Deorum, which translates into the vernacular roughly as Gods: A Spotter's Guide.

People said there had to be a Supreme Being because otherwise how could the universe exist, eh?

And of course there clearly had to be, said Koomi, a Supreme Being. But since the universe was a bit of a mess, it was obvious that the Supreme Being hadn't in fact made it. If he had made it he would, being Supreme, have made a much better job of it, with far better thought given, taking an example at random, to things like the design of the common nostril. Or, to put it another way, the existence of a badly put-together watch proved the existence of a blind watchmaker. You only had to look around to see that there was room for improvement practically everywhere.

This suggested that the Universe had probably been put together in a bit of a rush by an underling while the Supreme Being wasn't looking, in the same way that Boy Scouts' Association minutes are done on office photocopiers all over the country.

So, reasoned Koomi, it was not a good idea to address any prayers to a Supreme Being. It would only attract his attention and might cause trouble.

2009-08-22

Alıntı: Terry Pratchett - Discworld - Small Gods

He also got visited by some of the most powerful men in the Church's hierarchy.

Not, of course, the six Archpriests or the Cenobiarch himself. They weren't that important. They were merely at the top. The people who really run organizations are usually found several levels down, where it's still possible to get things done.

2009-08-19

Yeni Kelimeler 2

Zıvanadam: Deliliği benimsemiş arketipik karakter. Örn:
"Bak bakayım, abin Zıvanadam, çıkmış mı."

Kaba Sutra: Gelişmiş ve daha sert pozisyonların bulunduğu, Kama Sutra'nın ikinci cildi. Örn:
"Bu senin Bin Tane Oturulacak Yer Varken Gelip Kıçımın Dibine Girme ve Sıkıştırma pozisyonu Kaba Sutra'dan mı?"

Deyyus ex Machina: Bilgisayar başında oturmaktan sosyal becerilerini kaybetmiş insan.

Götlal Esi: Sevilmeyen insanla yapılmakta olan diyaloğu kesmek için verilen her cevaptan önce koyulan sus, sessizlik.

2009-08-18

aib is a fan of...

The Second Law of Thermodynamics. [Become a fan!] [I like it] [Comment]

İnsanlık, binyıllardan beri evreni çözmeye, kurallarını anlamaya çalışmıştır. Öyle ki, bu merakın insanın belirleyici özelliği olduğunu söyleyebiliriz: Düşünen Hayvan, bilinmeyene karşı olan tavrıyla tanınır.

Bu hal o kadar içimize işlemiştir ki; cevabı, bulduktan sonra bile aramaya devam ettiğimiz gözlemlenebilir:

"Bütün sistemler zamanla düzensizliğe, kaosa sürüklenir."*

1800'lü yıllarda çözmüşüz hayatın, evrenin anlamını. Her yol Kaos'a çıkar. Artık bundan sonrası yolların uzunluğu, engebesi, manzarası...

İşin daha da komiği, bugün kozmologlar, evrenin sonunun da böyle olacağını düşünüyor: Evrenin gittikçe yükselen düzensizliği (entropisi) belirli bir seviyeye ulaştığında, ortada hiç bir hayat veya harekete izin verecek enerji kalmayacak.

Bugün size hayat ve evrene dair büyük bir spoiler verdim. Umarım ki, hikayenin sonu yanında, sürecinden de zevk alabiliyorsunuzdur.

*: Ben bir Romantik Bilimci olarak, okuduklarımı kendim yorumlamayı tercih ediyorum.

2009-08-15

Altıntı: Terry Pratchett - Discworld - The Fifth Elephant

The really odd thing about human sex, though, was the way it went on even when people were fully clothed and sitting on opposite sides of a fire. It was in the things they said and did not say, the way they looked at one another and looked away.

2009-08-12

Alıntı: Terry Pratchett - Discworld - Jingo

Night poured over the desert. It came suddenly, in purple. In the clear air, the stars drilled down out of the sky, reminding any thoughtful watcher that it is in the deserts and high places that religions are generated. When men see nothing but bottomless infinity over their heads they have always had a driving and desperate urge to find someone to put in the way.

2009-08-09

Alıntı: Terry Pratchett - Discworld - Jingo

"Well, I always came back with my shield," said Nobby. "No problem there."

"Nobby," sighed Colon, "you used to come back with your shield, everyone else's shield, a sack of teeth and fifteen pairs of still-warm boots. On a cart."

"We-ell, no point in going to war unless you're on the winning side," said Nobby, sticking the white feather in his helmet.

"Nobby, you was always on the winning side, the reason bein', you used to lurk aroun' the edges to see who was winning and then pull the right uniform off'f some poor dead sod. I used to hear where the generals kept an eye on what you were wearin' so they'd know how the battle was going."

2009-08-06

Yeni Kelimeler

Türkçe'ye bizzat kazandırdığım kelime, kelime grubu, terim ve deyimlerden bazıları*:

Çehre Kirliliği: Yüzüne bakmak acı veren insanlar için kullanılan bir sıfat. Örn:
"Sen var ya sen, tam bir çehre kirliliğisin!"

Karması Karışık olmak: Evrende hak ettiği yere gelememek. Örn:
"Abi, senin karman karışık."

Sürmenaj Manastırı: Yoğun Hayat Temposu yaşayan insanların tatile gittiği yer. Örn:
"Bu ay da her gün overtime çalışırsam, gelecek ayki iznimde Sürmenaj Manastırı'na gideceğim."

Gaipten Sesler Korosu: Mitolojide insanların kafalarının içlerinde yaşayıp, hayata dair YouTube yorumları yapan cinlerin topluluk adı.

*: Tam olarak, son zamanlarda çıkanları. Daha eskileri için, ek$i sozluk'ün troll kaplı sayfalarının arasındaki boşluklarda kazı çalışmaları yapmak gerekebilir.

2009-08-03

Random Thoughts

Having a cool bike is pointless if you look so androgynous as to make it impossible to discern your gender by the time you vanish from sight.

Muhteşem bir Cumartesi gecesi geçirdim

Hatırlayabildiğim kadar uzun zamandır* ilk defa bacaklarım kullanımdan dolayı ağrıyor. Küçüklüğüm bisiklet üzerinde, ondan sonrası da yürüyerek geçtiği için alışık olmadığım bu ağrıyı hissettiren nedir peki? Damon & the Heathens'a 3 saat dans etmek!

Hayatımda gördüğüm en güzel canlı performanslardan biriydi. New Orleans'ı İstanbul'a taşıdılar, yolda da bagajları Detroit ile karıştı. Bir ara "hadi Gypsy yapalım" deyip seyircilerin arasında çaldılar. Elemanlar gayet konuşkan ve sıcak kanlı idi.

Bir gün ünlü olurlarsa, dünyanın doğru çalıştığına inanacağım.

*: i.e. birkaç gün. Veya dün yemeğe kadar.

2009-08-01

Alıntı: Terry Pratchett - Discworld - Jingo

"Why are our people going out there? said Mr. Boggis of the Thieves' Guild.

"Because they are showing a brisk pioneering spirit and seeking wealth and . . . additional wealth in a new land," said Lord Vetinari.

"What's in it for the Klatchians?" said Lord Downey.

"Oh, they've gone out there because they are a bunch of unprincipled opportunists always ready to grab something for nothing," said Lord Vetinari.

2009-07-31

Alıntı: Terry Pratchett - Discworld - Feet of Clay

Samuel Vimes dreamed about Clues.

He had a jaundiced view of Clues. He instinctively distrusted them. They got in the way.
And he distrusted the kind of person who'd take one look at another man and say in a lordly voice to his companion, "Ah, my dear sir, I can tell you nothing except that he is a left-handed stonemason who has spent some years in the merchant navy and has recently fallen on hard times," and then unroll a lot of supercilious commentary about calluses and stance and the state of a man's boots, when exactly the same comments could apply to a man who was wearing his old clothes because he'd been doing a spot of home bricklaying for a new barbecue pit, and had been tattooed once when he was drunk and seventeen* and in fact got seasick on a wet pavement. What arrogance! What an insult to the rich and chaotic variety of the human experience!

It was the same with more static evidence. The footprints in the flowerbed were probably in the real world left by the window-cleaner. The scream in the night was quite likely a man getting out of bed and stepping sharply on an upturned hairbrush.

The real world was far too real to leave neat little hints. It was full of too many things. It wasn't by eliminating the impossible that you got at the truth, however improbable; it was by the much harder process of eliminating the possibilities. You worked away, patiently asking questions and looking hard at things. You walked and talked, and in your heart you just hoped like hell that some bugger's nerve'd crack and he'd give himself up.

*These terms are often synonymous.

metalci Selami

Şu başımın bakanına "metalci selamı" veren gençleri çok kıskandım. Ben alışkanlıktan Prodigy'e bile o hareketi yaparken, onlar Recep Tayyip Erdoğan'a yapıyorlardı. Herifin gücüne bile gitmiş. Oysa Nine Inch Nails'ın beni gördüğünü sanmıyorum.

Medyaya yansıyışını sevdiğim sayılı gelişmelerden biri oldu bu. Bir noktada CHP İstanbul il başkanının hareketi yapan fotoğrafını bile gördüm. Lakin bir köşe yazısı sinirimi bozdu: Yılmaz Özdil'in Hürriyet'e (veya en azından Hürriyet'in Web sitesine) yazdığı yazı.

"Salya sümük ağlayan metalci olur mu kardeşim?" diyor yazar; "iki tane polisten tırsıyorsan, alt tarafı 3 saat içerde yatmaktan ödün patlıyorsa, burnuna niye haşin çocuklar gibi zincir taktın Allah aşkına? Git, Serdar Ortaç dinle."

Yazarın çıkış noktasını ve yazıda örneklediği "delikanlı metalci" tutumunu takdir etmemek elde değil, ama yine de beni büyük ölçüde rahatsız eden bir şey var burada. "Salya sümük ağlama" diyor. Ben ağlamayayım da kim ağlasın?

İnsanın konser alanında konser dinleyicisi tavırları takındığı için göz altına alındığı, hakkında suç duyuruları yapıldığı dünyanın sayılı ülkelerinden birinde yaşadığım için ağlama hakkım yok mudur?

Savcının, gençlere kime oy verdikleri sorulduktan sonra, "CHP'ye oy verdiğiniz için Başbakan'ı protesto etme hakkınız var" dediğini hatırlıyorum okuduğum haberlerden. Bu mudur yani? Sadece, muhalefet partisine oy verdiğimizden dolayı oluşan bir protesto hakkımız mı vardır?
Ağlayamaz mıyız? Zırlayıp, anamıza gidip "beni de al git" diyemez miyiz?

Bana niye Cem Karaca, Edip Akbayram örnekleri gösteriliyor ki? İçinde bulunduğumuz ahval ve şerait yeterince kötü değil midir? Daha kötüsü bulunduğu takdirde susmamız, yetinmemiz mi gerekir? Ayrıca bu insanlar, anlatıldığı üzere bunca zulme teslim olmayacak kadar erdemli insanlarsa, örnek alınacak noktaları sessizlikleri midir?

\m/

2009-07-20

Alıntı: Terry Pratchett - Discworld - Men at Arms

Carrot stuck his head and shoulders through the hole, but Colon tried to pull him back.
"Hang on, lad, you don't know what horrors lie beyond these walls—"
"I'm just having a look to find out."
"It could be a torture chamber or a dungeon or a hideous pit or anything!"
"It's just a student's bedroom, sergeant."
"You see?"

2009-07-14

Alıntı: Terry Pratchett - Discworld - Men at Arms

The reason that the rich were so rich, Vimes reasoned, was because they managed to spend less money.

Take boots, for example. He earned thirty-eight dollars a month plus allowances. A really good pair of leather boots cost fifty dollars. But an affordable pair of boots, which were sort of OK for a season or two and then leaked like hell when the cardboard gave out, cost about ten dollars. Those were the kind of boots Vimes always bought, and wore until the soles were so thin that he could tell where he was in Ankh-Morpork on a foggy night by the feel of the cobbles.

But the thing was that good boots lasted for years and years. A man who could afford fifty dollars had a pair of boots that'd still be keeping his feet dry in ten years' time, while a poor man who could only afford cheap boots would heve spent a hundred dollars on boots in the same time and would still have wet feet.

This was the Captain Samuel Vimes "Boots" theory of socioeconomic unfairness.

2009-07-11

Alıntı: Terry Pratchett - Discworld - Guards! Guards!

The Patrician steepled his hands and looked at Vimes over the top of them.
"Let me give you some advice, Captain," he said.
"Yes, sir?"
"It may help you make some sense of the world."
"Sir."
"I believe you find life such a problem because you think there are the good people and the bad people," said the man. "You're wrong, of course. There are, always and only, the bad people, but some of them are on opposite sides."

2009-07-02

Mars'ta Hayat Bulundu!

Kaç kere bu habere denk geldiniz? İçeriği neydi? Küçük yeşil canlıların akıl almaz pozları 4. sayfada mıydı?

Ben şahsen birkaç kere denk geldim. Hiç birinde de uzaylılar yoktu. "Yüzeyindeki su kanalları, Mars'ta bir zamanlar büyük okyanus ve nehirlerin olduğuna," "kutuplardaki buzullar, Mars'ta şu anda bile su olduğuna", bunlar da gezegende bir zamanlar hayat olabileceğine işaret ediyordu, evet, ama başlıkta söz verilen hayattan eser yoktu.

"Reyting haberciliği" şeklinde açıklayabilirsiniz belki, ama ben burada daha derin bir aylaklık görüyorum. Çoğunlukla bilim haberlerinde gördüğüm bu aylaklığın deseni şu şekilde: Heyecan verici, heveslendirici bir başlık; çevirdiği haberin konusunu on dakika önce gidip Wikipedia'dan okumamış birinin yazdığı içerik; ve olmayan "kaynak" kısmı. Beni de en çok bu sonuncusu rahatsız ediyor. En azından haberi ödünç aldıkları yeri; haberin doğru terimlerle ve konuya az çok hakim* biri tarafından anlaşılabilir olacak şekilde yazıldığı yeri belirtseler, suçları hafiflemiş olacak. Ama, muhtemelen haber çevrimi ve aktarımı sırasında alınmış yaratıcı kararların ortaya çıkmaması için, bu son "kaynak" kısmı habere eklenmiyor.

Bilgi çağındayız. Artık, Mars'ta Hayat Bulundu haberi okuduğumda, uzaylıların ten renklerinin yeşilin tam olarak hangi tonu olduğunu, dün kahvaltıda ne yediklerini bilmek istiyorum. Haberi yazan stajyerin bunları nereden bildiğini de bilmek istiyorum.

--
*: i.e. on dakika önce gidip Wikipedia'dan okumuş

2009-06-19

Alıntı: Terry Pratchett - Discworld - Small Gods

Humans! They lived in a world where the grass continued to be green and the sun rose every day and flowers regularly turned into fruit, and what impressed them? Weeping statues. And wine made out of water! A mere quantum-mechanistic tunnel effect, that'd happen anyway if you were prepared to wait zillions of years. As if the turning of sunlight into wine, by means of vines and grapes and time and enzymes, wasn't a thousand times more impressive and happened all the time...

2009-06-15

Alıntı: Terry Pratchett - Discworld - Pyramids

Nothing but stars, scattered across the blackness as though the Creator had smashed the windscreen of his car and hadn't bothered to stop to sweep up the pieces.

This is the gulf between universes, the chill deeps of space that contain nothing but the occasional random molecule, a few lost comets and...

...but a circle of blackness shifts slightly, the eye reconsiders perspective, and what was apparently the awesome distance of interstellar wossname becomes a world under darkness, its stars the lights of what will charitably be called civilization.

For, as the world tumbles lazily, it is revealed as the Discworld — flat, circular, and carried through space on the back of four elephants who stand on the back of Great A'tuin, the only turtle ever to feature on the Hertzsprung-Russell Diagram, a turtle ten thousand miles long, dusted with the frost of dead comets, meteor-pocked, albedo-eyed. No one knows the reason for all this, but it is probably quantum.

Much that is weird could happen on a world on the back of a turtle like that.

It's happening already.

2009-06-08

Kolbastı

Bana Kolbastı'nın ne olduğunu anlatabilir misiniz?

God helps those who help themselves*, sözlüğe bakıyoruz: "Doğu Karadeniz Bölgesi'ne özgü, halka oyunlarından, hareketli, bireysel özellikleri öne çıkaran bir tür oyun."

Ama ben bunun kolbastının tanımı olduğundan şüpheleniyorum. Kolbastı'nın değil.

Varsayın: Televizyon izlemiyorum. Gazete okuyamıyorum. Popüler kültüre dair hiç bir şey bilmiyorum. Bana Kolbastı'nın ne olduğunu hala anlatabilir misiniz?

Bu aralar meme'ler üzerine düşünüp konuşurken iyi oldu bu Kolbastı'yla karşılaşmam. Çok güzel bir örnek teşkil ediyor; öğrendiğim kadarıyla toplumun çoğuna bulaşmış, yaşamlarda değişiklik yapmaya bile başlamış. Şüphesiz ki popüler medya var bulaşıcılığının arkasında.

Varsayın: Muhafazakarlığın† uzun zamandır görülmemiş bir yükselişte olduğu, ekonomik krizle boğuşan, laiklik ve insan hakları tartışmalarının yapıldığı bir ülke. Bu ülkede virütik yayılımın mucizelerini çok iyi bir şekilde gösteren bir fikir, meme. İçeriği? Bir tür halk oyunu.

Bana Kolbastı'nın ne olduğunu hala anlatabilir misiniz?

--
*: Benjamin Franklin
†: to say the least

2009-06-06

Days of the Week

Sunday: Sun Day
Monday: Moon Day
Tuesday: Tyr's Day
Wednesday: Wodin's Day (Odin's Day)
Thursday: Thor's Day
Friday: Frigg's Day/Freya's Day
Saturday: Saturn's Day

uydunet Tarifeleri

Download beklerken, uydu*net bağlantımı hızlandırmayı düşündüm. Fiyat tarifesinde bir şey dikkatimi çekti:

4 ve 6 MBps'lik tarifeler en ekonomikleri gibi. Ama yine de pahalılar. Bir tane Dünya Ülkelere Göre Bandwidth Birim Fiyat Listesi görmek istiyorum.

Ayrıca OpenOffice'in grafik çizerken kullandığı font çok kötüymüş ve değişmiyormuş değiştirmesi zormuş, GIMP'in de manuel kerning ayarı yokmuş.

--
*: ruk

Tanıyalım: Neil Gaiman

Neil Gaiman, İngiliz fantastik kurgu yazarı. Şu sıralar, ailesiyle ABD'de yaşayıp, çoğu kendi kitaplarının uyarlaması olan Hollywood filmlerinin screenplay'lerini yazıyor.

Ben kendisini, hala okuduğum en güzel kitap olduğundan şüphelendiğim Stardust ile tanıdım. Stardust, bir masal. Hem de, yetişkinler için ve son derece eğlenceli iken, çocuk masalı taklidi yapabilen bir masal. Kitabın önemini insanlara anlatmaya çalışırken, "çocukluğumda bildiğim, sahip olduğum, ama büyürken bir noktada kaybettiğim masalı ortaya çıkardığını" söylediğimi hatırlıyorum. İnsanın içinde hakikaten değişik (ve tarif etmesi zor) duygular uyandırıyor. Ölüm, aşk, seks, entrika--diye özletlemeyeceğim hikayeyi, hayır. Karakterler gri tonları. Sonu tam bir mutlu son değil.

Daha sonra Stardust'ın, en az bir yönüyle, özel olmadığını fark ettim: Adam; masallarımızı, klasik öykülerimizi, kolektif bilincimizdeki hikayeleri alıp, çevirmeye bayılıyor. Birkaç tane öykü (short story) kitabı var. Okurken, fantastik kurgunun özünde olan "bambaşka dünyalara gitmek, gezmek, görmek" hissini yaşayamıyorsunuz. Tam tersine; her öyküden sonra dünyaya daha çok bağlandığınızı, gerçeklik hakkında daha çok şey bildiğinizi hissediyorsunuz. Bu, Neil Gaiman'ın bütün kurgularının ortak noktası olabilir.

Son olarak Sandman serisinden bahsetmek istiyorum. Sandman, bir çizgi roman. Arkasındaki fikrin aslı: Kötü adamları uyutarak kanuna teslim eden süperkahramanın maceraları. Bu fikrin Gaiman'ın elinde dönüştüğü hali görmek başlı başına göz açtırıcı bir deneyim: Sandman; Destiny, Death, Dream, Destruction, Despair, Desire ve Delirium'dan oluşan ve "The Endless" adı verilen antropomorfik personifikasyon ailesindeki Dream'in inkarnasyonu. Maceraları, (siyah ve beyaz) iyi ve kötü insanlarla değil; açgözlü kültistler, art niyetli iblisler, kibirli tanrılar ve normal insanlarla.*

Ve tabi ki okuduktan sonra gerçek dünya hakkında daha çok şey bildiğinizi hissediyorsunuz.

--
*: "Dünyayı kurtarmak için önemli biri olmana gerek yok, sıradan insanlar her gün dünyayı kurtarıyorlar." Neredendi bu?

2009-06-02

Televole ülkesinde vidyo paylaşılırsa

Youtube kapandı. Facebook'ta vidyo paylaşımı patlamış durumda. Bu iki olay arasında korelasyon kurmakta güçlük çekiyor olsam da, ikincisi hakkında bazı izlenimler edinmemek elde değil.

Facebook'ta paylaşılan vidyoların başlıklarına dikkat ettiniz mi hiç? Ortak özelliklerini sıralıyorum:
1) Bozuk Türkçe.
2) Popüler medyada kullanılan "heyecanlı" kalıplar.
3) Tanımladıkları vidyolarla alakaları olmaması.

İlkine burada deyinmeyeceğim. "De",* "-de" ve "mi" kullanımı, ulusal olarak beceremediğimiz şeylerden bir tanesi; bunu kabul etmiş durumdayım. Amerikalıların "there"/"their"/"they're"'leri gibi.

İkinciyle üçüncüsünü de birbirleriyle alakalı görüyorum.

Az önce Facebook'ta bir vidyo izledim. 1-2 sene kadar önce Youtube'da izlediğim, televizyondaki bir hukuk danışmanlığı programına bağlanan ama susmayı bilmediği için iletişim kuramayan, avukat sunucunun "evet/hayır" sorularına bile 7-8 cümleyle karşılık veren [h]isterik bir kadının telefon görüşmesi vidyosu. Başlığı? "sunucunun çıldırdığı an".

Beni bu yazıyı yazmaya iten de bu başlık zaten. "Sunucunun çıldırdığı an." Üçüncü sınıf haber bülteni/magazin programı "daha iyi bir şey bulamadık" haber başlığı gibi değil mi? Merak edilebilir bir çıldırma, cinnet olayının, televizyon gibi "resmi" bir medyumda gerçekleştiğini, üstelik bir anda gerçekleştiği için hem değişimi herkesin görebileceğini, hem de fazla zamanlarını almayacağını ima ediyor. Ve tabii ki, söz verdiğim üzere, vidyonun içeriğiyle alakası yok. (Vidyonun tepe noktasında, sunucu dayanamayıp gülmeye başlıyor, birkaç saniyeliğine.)

Virütik; memetik. "Televole kültürü" bile diyebiliriz.

"Sunucunun çıldırdığı an."
"Karar anı."
"Maymun kuaför olursa!!!."
"çOk koMiKKKKK senDe güLL :)))))))"

Internet gibi samimi ve bireysel bir ortamda, popüler kültür ve medyadan alınmış bu yapay samimiliği niye kullanıyoruz? Böyle özgür bir medyuma geçiş aşamasında, neden eski valizlerimizi taşımakta ısrar ediyoruz?

--
*: Programcı olduğum için tırnak işaretlerini genel kullanımdan farklı kullanıyorum.

2009-06-01

Hark! A new day dawns.

Yarından başlayarak üç gün art arda olan finallerime çalışmaktan kaçtığım için değil,* yazı yazma becerilerimi geliştirmek ve blogu olan kitlenin arasına karışıp, olmayana dil çıkarıp hareket çekebilmek için, şu anda görmekte olduğunuz zımbırtıyı yarattım.

--
*: Bunun için çok daha güzel bir yolum var: Finalin olduğunu (i.e. varlığını) unutmak.